Sanat ve Sanat Yapıtı

1.1. Sanat

Sanatla ilgili pek çok tanım yapılmıştır. Genellikle, bu tanımlar: çok yönlü ve karmaşık yapısı olan sanatın, temel yönlerinden bazılarını vurgulayabilmişlerse de sanatın tüm gerçeğinin özlü olarak aktarılmasını sağlayabilmekten uzak kalmışlardır. Ancak, sanatın ne olduğunu tam olarak tanımlamanın getirdiği güçlükler dolayısıyla, sanat tanımında, kelimenin tam karşılığını açıklayacak bir bütüncüllüğe ulaşılması oldukça zordur. Bu bakımdan: sanat üzerine yapılan tüm çalışmalarda, en başta, sanatı tanımlama ve temel niteliklerini belirleme hususlarında tam bir netliğin ve görüş birliğinin ortaya konulması şarttır.

 Sanatın tüm boyutlarını kavrayamayan ve değerlendiremeyen bir sanatçı ya da bir bilim adamı düşünülemez. Bu noktada, sanata dair kendi bakışımı açıklayan tanımımı vermek uygun olacaktır: “İnsan bilincinin yapısının, sırlarının ve gelişiminin doğrudan yansıdığı sanat: normal ve olabildiğince özgür koşullarda en derin gerçeğini bulabilen; insanoğlunun fiziki-sosyal çevresini ve kendisini anlamasına hizmet eden; zengin bir hayal gücünden beslenen yaratıcılığa dayalı, hayatî bir etkileşim ve iletişim aracıdır”.

1.2. Sanat Yapıtı

Bir yapıtın, gerçek anlamda bir sanat yapıtı olup olmadığının ya da düzeyinin tespit edilebilmesi hususunda: gerek yurdumuzda, gerekse tüm dünyada ortak bir bilincin oluşturulabilmesine olan ihtiyaç giderek artmaktadır. Dolayısıyla: sanat yapıtının araştırılması, incelenmesine dair tüm kültür-sanat-bilim adamlarının ve konuyla ilgilenen herkesin kabulleneceği ortak bir bilinç oluşturma çabalarının yoğunlaştırılması son derece önemlidir. Bu noktada, konuya anlamlı bir katkı yapmaya çalışacağız. Bir eserin sanat eseri sayılabilmesi için en azından beş temel niteliğe sahip olması gerekir:

1. Sanat yapıtının fiziki ve sosyo-kültürel çevreyle kurduğu ilişki:
Gerçek anlamda bir sanat eseri, insanların yaşamı tanımaları, etraflarındaki olup bitene bir anlam kazandırmaları, dünyayı yaşanılır kılan yeni yorumlarla zenginleştirmeleri konusunda önemli bir katkı sağlar. Sanatın bu özelliklerinin tam olarak tespiti için, fiziki ve beşeri bilimlerle olan ilişkisinin gözden uzak tutulmaması gerekmektedir. Fiziki şartlar (topografya koşulları, fauna, iklim, vs.) bilhassa, en erken süreçlerden itibaren sanatın şekillenmesini etkilemiştir. Müspet bilimler yoluyla, geçmişten-günümüze kadar, fiziki şartlara dair bilimsel çalışmalar yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Belli bir coğrafyadaki ve tarihi süreçteki fiziki koşulların tam olarak açıklanması sağlanamıyorsa, insanın, tüm gerçeğini aydınlatma imkânı kalmaz. Sanat, yaşamın tüm gerçeğini kapsayan bir etkinlik olduğundan, doğal olarak: fiziki çevrenin ve şartların insan varlığına yaptığı tüm etkinin yansımalarını içerecektir.

Beşeri bilimlerden alınacak veriler sayesinde: ekonomik, etno-kültürel, sosyo-kültürel,  psikolojik, sosyo-psikolojik yapılara dair sağlıklı değerlendirmelerin yapılarak, bunların sanatla bağlantılarının kurulması gerekir. Bu yapılamadığı takdirde: kendini ve sanatı yaratan insan gerçeği, tam olarak kavranamayacaktır. Ayrıca, mitoloji, dinler tarihi gibi inanç alanıyla ilgili külliyat ve felsefe disiplininin kendine özgü metoduyla ortaya koyduğu veriler, sanat eserinin tam anlamıyla sorgulanması ve gerçeğinin tespit edilebilmesinde vazgeçilmez bir öneme sahiptirler.

2. Zengin bir hayal gücünün yansımasını içermesi:
Sanat yapıtının değeri, onu yaratan sanatçının hayal gücünün zenginliği oranında artar. Ancak, günümüzde sanatı sadece düşünceye indirgeyen yaklaşımlarla zengin bir hayal gücüne sahip olmayan bireylerin, sanatçı kimliğiyle haksız rekabet ortamına girdiği izlenmektedir. Hayal gücünün zenginliği, duygusal zekanın bir sonucudur. Yalnızca duygusal zeka sahibi olmak, zengin bir hayal gücü geliştirebilmek için yeterli değildir. Kişinin okumalarından, araştırmalarından, incelemelerinden, kişiliği ve yaşam karşısında takındığı tutumdan, tecrübelerinden beslenen duygusal zeka: sanatsal yaratımın gerçekleşebilmesinin alt yapısını oluşturmaktadır.      

3. Yaratıcılık:
Yaratıcılık faaliyetinin olmadığı bir ortamda gerçek anlamda bir sanat yapıtından söz edilemez. Sanatsal yaratıcı etkinlik, normal ve olabildiğince özgür koşullarda tam anlamıyla kendini gösterebilir. Tarih boyunca, sanatçıların zor koşullarda ve baskı altında kaldığı ortamlarda ortaya çıkan eserlerdeki yaratıcılık olumsuz etkilenmiştir. Sanat, belli bir iradeye ve amaca hizmet eden bir araca dönüştürülerek sanatçıların özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bu koşullarda ortaya çıkan yapıtlar da sanat tarihinde sanat eseri olarak değerlendirilmektedir. Ancak sınırlı yaratıcılık imkanı, sanatçının var olan potansiyel yaratıcılığının tam olarak ortaya çıkmasını engellemiştir. Bu yüzden, sanatçıya yapılan dayatmalar, sanatsal yaratıcılığı etkilediğinden, sanatçının kimliğini de ortadan kaldırır. Sanatçının, eserine imza koyması da anlamsız bir hale dönüşür; çünkü o, kendisinden beklenen kutsal ya da profan hizmetleri layıkıyla yerine getirmesi gereken anonim bir memur olarak görülmektedir.

Özgür iradenin serbest kaldığı oranda sanatsal yaratıcılık artmaktadır. Sanatsal yaratıcılığın doğal sonucu olarak: eşi benzeri olmayan, biricik (özgün) ve güçlü bir yapıt ortaya çıkar.

4. Sanatın insan zihninin tüm sırlarını ve gelişimini içinde barındırması:
Sanatın yaşamda ele almadığı hiçbir şey yoktur ve sanat her şeyi kapsar. Sanat tanımlarında en önemli sıkıntılarından biri, bu noktada belirmektedir. Sanat yapıtının ele aldığı konuları, içerik ya da aktarım biçimlerinin yapısına bakarak “bu yapılanlar sanat olamaz” şeklinde bir önyargı ortaya çıkabilir. Oysa özgür sanatçı, tabi ki içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak sanat eseri ürettiği anda, ondaki sanat gücü, insan zihninin sırlarına ve gelişmesine ışık tutması bakımından bilimsel bir değer taşımaktadır.

5. Hayatî olmasıdır:
Sanat tanımlarının birçoğunda bu durumun vurgulanamadığını görüyoruz. Çünkü, sanat bir oyun, eğlence, iş, statü aracı, içgüdüsel ya da benzeri bir etkinlik olarak gösterildiğinde sanatın ne olduğunu kavrama konusunda sıkıntılar başlamış demektir. Öncelikle bu durumun ortadan kaldırılması gerekir. Bunun için sanatın hayatî rolü vurgulanmalıdır. Yani sanat, insanoğlunun temel gereksinimleriyle birlikte yürüyen vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak doğmuş ve gelişmiştir. İnsanoğlunun sanatı geliştirememiş olduğunu bir an düşünsek, bu durum, insanoğlunun varlık temelini sarsacak sıkıntılara neden olacaktı. Bu yüzden sanat, son derece ciddi bir etkinlik olarak insanlığın bekasını temin etmiştir. Bu gerçeğin farkında olan Mustafa Kemal Atatürk, sanatın hayati rolünü son derece anlamlı bir şekilde ifade etmiştir: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

Sonuç olarak:
sanat yapıtı, onu yaratan kişi ve içinde yaşadığı toplumla bir bütünleşme noktasıdır. Aynı zamanda, sanat yapıtı: yapan ile yaptıran, sanatçı ve seyirci arasında zaman ve mekân şartlarını aşan birleştirici bir araçtır. Toplumun ve çağın bir bütünleşmesi olarak bu üstün yapıt, kendi çağının ve ortamının tüm özelliklerini yansıtan bir etkileşim ve iletişim aracıdır. Böylece, sanat yapıtı: tüm görsel ve anlatısal gücü ile ruhsal ve nesnel olarak kendi konteksti dışında tüm gücünü sürdürür.

Buna bağlı olarak da: objektif bir bilimsellikle, tüm gerçeği çözümlenmiş sanat yapıtları: geçmişi-günümüzü tam anlamıyla kavramamızda ve geleceği şekillendirmemizde eşsiz ve vazgeçilmez bir rol üstlenirler.

SANATIN KAYNAĞINA İLİŞKİN TEORİLER

Sanatla ilgili birçok tanım yapılmıştır. Bunları burada sıralamak mümkün değildir. Ancak en tutarlı tanımlardan biri şudur: İnsanların zihin yapılarının ve kültürün bir yansıması olan sanat, aynı zamanda da hayatı anlamak, yorumlamak ve hayattan zevk almak amacıyla insanın hayal gücünün yaratıcı kullanımıdır. Sanatın doğuşu ile ilgili olarak da çok sayıda görüş ileri sürülmüştür. Sanatın kaynağı ile ilgili teorileri dört ana grupta toparlayabiliriz:

1 ‐ Sanat Teknikten Gelir.
İnsanoğlunun eli, ilk kaba aletleri yapmaya başladığı zaman pek hünerli değildir. Zamanla, insanın bedensel zekasına ve motor gelişimine bağlı olarak eli de yetkinleşmiştir. Giderek yetkinleşen el, sanat eserleri üretecek hale geldi. Bu teori, işte bu noktada insan elinin ve tekniğinin gelişiminin bir sonucu olarak sanatın doğduğunu savunmaktadır.

Eleştirisi: Teknik öğrenilen bir şeydir. Tekniğin ve insan elinin kusursuzlaşması sonucunda sanat değil zanaatların doğması daha akla yakındır. Sanatın kaynağı meselesi yalnızca teknik gelişmelerin bir sonucu olarak gösterilemez. Sanat doğar fakat teknik öğrenilen bir şeydir. Sanatta teknik önemlidir ama her şey değildir. Üstelik tekniği çok mükemmel olmasa da sanat yönünden önemli kabul edilmesi gereken başyapıtlar da mevcuttur. Flaman’da yağlı boya tekniğinin gelişmesi tamamı ile dönemin felsefi ve estetik anlayışlarının bir sonucudur. Flaman sanatını etkileyen teknik değildir. Aksine, Flaman sanat anlayışı, yağlı boya tekniğinin geliştirilmesini gerektirmiştir.

2 ‐ Sanat İşlevsel Nedenlerden Doğmuştur
Bu teori, sanatın kaynağını: “malzemenin işlevsel kullanımı” na dayandırmaktadır. Bilhassa, Alman mimarlar tarafından savunulmuştur. Mimaride işlevsellik ve malzeme kullanımı son derece önemli olduğundan böyle bir teori doğmuştur. Bu dört teoriden her biri tek başına sanatın kaynağı meselesini aydınlatmaya yetmemektedir. Bu teorilerin tamamı, sanat olayının farklı bir yönünü aydınlatırlar. Çünkü, sanatın çok yönlü ve karmaşık bir yapısı vardır. Üstelik, sanatsal yaratım sürecinde ne olup bittiğini tam olarak tespit edebilmek pek o kadar kolay olmamakta ve adeta bir yığın problemin çözümünü gerektirmektedir.

Sonuç olarak:
Eleştirisi: Sanat yapıtı, tamamen yararlılık amacına bağlı olsaydı en elverişli şekilde su taşımaya yarayan seramik kapların da sanat eseri olarak kabul edilmesi gerekirdi. Oysa, onlara sanat eseri diyebilmemiz için işlevselliğinin yanı sıra, insanın düşünce ve duygularına seslenen güçlü ve özgün bir estetik yönü olması gerekirdi.

3‐ Sanat Psikolojik bir davranış türüdür.
Bu teoriyi savunanlar: sanat eserini yaratmanın ve izlemenin insan ruhunda heyecan uyandırması dolayısıyla doğduğu görüşünü ileri sürmüşler ve ilk sanatçıların; bu durumu fark ederek, toplumda saygın bir yer kazanmak amacına yönelik sanat faaliyetlerine başladıklarını belirtmişlerdir.

Eleştirisi: Sanat olayının psiko‐fizyolojik bir eylem olma özelliği olsa dahi; bu durum, izleyiciyi heyecanlandırmak ve ün kazanmak amacına yönelik sanat faaliyetlerinin doğduğunu açıklayamaz. Üstelik, maddi çıkarları ve şöhreti hiç önemsemeden, kendini sanata adamış olan Vincent van Gogh ve Paul Gauguın’in durumları bu teoriye aykırıdır.

4 ‐ Metafizik Doğuş Teorisi
Bu teori, sanatın kaynağının: “insanın doğa karşısında hâkimiyet kurma niyeti” olduğunu belirtir. Bir anlamda; sanatın çıkışını: büyü, tılsım gibi metafizik temellere dayandırarak açıklamaya çalışmıştır.

Eleştirisi: İnsanın çaresizliğinin artışına paralel olarak mucizelerden, büyü ve tılsımdan çare umduğu bir gerçektir. Sanat tarihinde bu amaçla yapılmış eserler de vardır. Ancak sanatın doğuşunu tamamen mucizevi bir sonuç elde etmek düşüncesine bağlamak yeterli olamaz. 

Sonuç olarak: Bu dört teoriden her biri tek başına sanatın kaynağı meselesini aydınlatmaya yetmemektedir. Bu teorilerin tamamı, sanat olayının farklı bir yönünü aydınlatırlar. Çünkü, sanatın çok yönlü ve karmaşık bir yapısı vardır. Üstelik, sanatsal yaratım sürecinde ne olup bittiğini tam olarak tespit edebilmek pek o kadar kolay olmamakta ve adeta bir yığın problemin çözümünü gerektirmektedir.

Sanat ve Sanat Yapıtı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir